ASU MARO – MİLLİYET
Fırsat buldukça çıkan gazetenin hikâyesi
‘Tatlı, acı günler geçirdik dostlar, belki kırdık birbirimizi, hakkınızı helal edin!’
“Komşular, birbirimize hakkımız geçti, sizler de helal edin hakkınızı!”
“Gel benim yaşam yoldaşım, kalım var ölüm var, sen de hakkını helal et!”
Üç adam, ailelerinden, çocuklarından, eşten dosttan helallik alıp bir bilinmeze doğru yola çıkmaktalar. Sefer emri mi gelmiş? Deniz aşırı yolculuk mu var kısmette? Savaşa mı gidiyorlar? İntihara mı niyet?
Yok efendim, hiçbirine değil, dergi çıkarmaya gidiyorlar. Ya da Ahmet Sami Özbudak’ın satırlarıyla aktarırsak, “Önce Allah’a, sonra Basın Yasası’na sığınıp fıkra yazmaya!”
Yıl 1946. Yer Cağaloğlu İzzettin Han, Markopaşa gazetesinin yazıhanesi.
Sabahattin Ali’nin çıkardığı Yeni Dünya gazetesi ve Aziz Nesin’in yazdığı Tan gazetesi kapanmış. Sabahattin Ali’nin belli ki batırmayı göze aldığı bir 1000 lirası ve başına gelecek türlü belaları göğüsleyerek söyleyecek sözü var. Önce iki yazar bir yola koyuluyorlar, bir süre sonra sanatoryumdan çıkan Rıfat Ilgaz ve çizer Mustafa Mim Uykusuz da katılıyor aralarına ve Türkiye basın tarihinde bir efsane olacak Markopaşa gazetesinin macerası başlıyor.
Tabuları yıkan gazete
Nasıl bir gazete bu? Bir araya gelen isimlerden de anlaşılacağı gibi söylenmeyeni söylemeye, tabuları yıkmaya, tek parti iktidarına karşı halkın çıkarlarını savunmaya, Aziz Nesin’in deyişiyle, “içeride ve dışarıda bu milletin dostu olanla dost, düşmanı olanla düşman” olmaya niyetli ve bunu da en etkilisinden mizah yoluyla yapan bir gazete. Çünkü Sabahattin Ali’nin dediği gibi “Mizah insanlara insanlığını hatırlatır, kahkahanın deviremeyeceği zorbalık yoktur”.
Ama tabii gazetenin eti ne budu ne, yollarına dikilen engeller de az buz değil. Bir tek kâğıtları kalemleri var ellerinde güç olarak. Gerçekten bir tek kâğıt kalem ama. Daha ilk sayıyı bitiriyorlar, dağıtacak bayi vazgeçiyor son dakikada, kendileri sokağa çıkıp satıyorlar gazeteyi. Matbaa basmayı reddediyor, teksir makinesiyle çoğaltıp çıkarıyorlar. Davalar açılıyor, hapis cezaları başlıyor, “Muharrirleri nezaret altına alınmadığı ve hapse girmediği zamanlarda çıkar” ibaresiyle gene çıkarıyorlar gazeteyi ve de üstelik peynir ekmek gibi satıyor bu paşa. Kapatılıyor, isim değiştiriyorlar, Merhum Paşa oluyorlar. Gene kapanıyor, Malum Paşa oluyorlar. Toplam yedi isim, sekiz sahip, 10 yazı işleri müdürü, dokuz matbaa, 10 adres değiştirerek her şeye rağmen 77 sayı çıkan bir gazeteden söz ediyoruz. Bunun hikâyesi anlatılmaz mı?
Bir hınzır neşriyat
Oyun seçimlerini her zaman beğendiğim ama yeni yerli metinlere yönelmemelerine hayıflandığım Tiyatroadam “anlatılır” demiş ve Ahmet Sami Özbudak’tan bu göz kamaştırıcı macerayı kaleme almasını istemiş işte. Ortaya “Meçhul Paşa” çıkmış, “Bir hınzır neşriyat” alt başlığıyla. Tıpkı adı gibi ve hikâyesi anlatılan ustalar gibi “hınzır” ve cesur bir metin olmuş.
Bir süredir her yaptığı işi merakla beklediğim yetenekli genç yönetmen Emrah Eren, sürekli sahne değiştiren, karakterlerin bir anda başkasına dönüştüğü metni çok etkileyici buluşlarla su gibi akıtmış. Barış Dinçel bir dekor tasarlamış, hem gazete ofisi hem matbaa hem de kâğıt gemiler, uçurtmalar, kum saatleri, kuş kafesleriyle oyunun ruhuna eşlik eden türlü çeşit detaydan oluşuyor. Baskı masasının Cumhuriyet meyhanesine dönüşmesi tek bir dokunuşla oluyor. Deniz Bayrak’ın müzikleri, bir müzik bir oyunu nasıl tamamlar sorusunun cevabı gibi. Yakup Çartık’ın ışık tasarımıyla dört dörtlük görsel atmosfer tamamlanıyor.
Ustalara saygı
“Meçhul Paşa”nın karakterleri sadece gazeteyi çıkaran yazar ve çizerler değil. Mürettipiyle, çaycısıyla bütün gazete ekibi tam tekmil sahnede, ayrıca anlatıcılığı ve gözü kara kahramanlarımızı “Yapmayın, etmeyin, sizin ne haddinize?” diye ‘doğru yola’ çekme görevini üstlenen ilham perilerimiz var ve bütün bunları toplam üç oyuncu canlandırıyor. Bir bakıyorsunuz Sabahattin Ali gözümüzün önünde çaycı Seyfi’ye dönüşmüş, bir bakıyorsunuz ilham perisinin içinden garson çıkmış, Rıfat Ilgaz ile Aziz Nesin’e servis yapıyor. Dolayısıyla, gerçekten birbiriyle her an uyum içinde olacak üç iyi oyuncuya ihtiyaç var; onlar da Erdem Akakçe, Fatih Koyunoğlu ve Bülent Çolak. Her biri kendi başına parlayarak ama diğerine de el vererek bütünü mükemmel şekilde tamamlıyorlar.
Baş döndürücü bir hızla ilerleyen ve kahkahalarla tokat gibi hüzün anlarını harmanlayan bir oyun, “Meçhul Paşa”. “1940’larda Markopaşa diye bir gazete çıkıyormuş, ne mene bir şeymiş?” diyeceklere tarih dersi, bir gazete çıkarmak için varlarını yoklarını ortaya koymuş ustalara saygı niteliğinde aynı zamanda.
“Meçhul Paşa” Tiyatroadam
Yazan: Ahmet Sami Özbudak / Yöneten: Emrah Eren / Sahne ve kostüm Tasarımı : Barış Dinçel / Işık tasarımı: Yakup Çartık / Müzik: Deniz Bayrak / Afiş fotoğrafı: Mehmet Turgut / Afiş ve broşür tasarımı : Ethem Onur Bilgiç / Oyun fotoğrafları: Emre Mollaoğlu / Yönetmen yardımcısı: Güney Zeki Göker / Oynayanlar: Erdem Akakçe, Bülent Çolak, Fatih Koyunoğlu
YABANCI KALMA