ZEYNEP ORAL -CUMHURİYET GAZETESİ
Nasıl diktatör olunur?
Sakın yukarıdaki başlığa bakıp aklınıza kötü şeyler gelmesin… Hem zaten olay Türkiye’de geçmiyor. Her ne kadar kahramanımızın adı İstanbul’u çağrıştırsa da paralellikler kurmaya kalkışmayın… Kahramanımızın adı ne mi? Petrof Kostantinoviç…
Nâzım Hikmet’in “İvan İvanoviç var mıydı yok muydu” oyunundan söz ediyorum. Yazarın Sovyet temalı tek oyunu, geçmişin kalıntılarını eleştirir; bürokrasi sultası, yolsuzluk, güç tutkusu, hırs, yaltaklık, buyurganlık gibi özelliklerden kurtulmak gerektiğini savunur, yönetici diktatörlüğüne karşı çıkar. Kısacası Stalin döneminin bir eleştirisi…
Nâzım Hikmet’ten günümüze
Oyunun Moskova’daki ilk temsil gecesini canlı tanık AntoninaSverçevskaya’dan (Nâzım’ın dostu ve bilim kadını) dinlemiştim:
11 Mayıs 1957. Satir Tiyatrosu’nda öyle bir izdiham vardır ki, düzeni ancak atlı milisler sağlayabilir…
Seyirciler arasında bulunan Antonina anlatıyor: “Oyun sık sık alkışlarla kesiliyordu. Bir ara yazarın sesi duyulur. O anda tüm izleyiciler sanki tek yürek gibi yerlerinden fırladılar ve korkunç bir alkış tufanı başladı. Sanki o dakika tiyatronun duvarları yıkılacak, tavan çökecek gibiydi…”
Oyundaki o an şöyleydi: İvan İvanoviç: “Ey Nâzım Hikmet! Yani sizin Sovyet konulu ilk piyesiniz yergi dolu mu olmalıydı?… Bizi rahat bırakın. Sovyet insanının misafirperverliğini kötüye kullanmak hiç de güzel değil…”
Yazarın sesi yanıt verir: “Boşuna uğraşıyorsunuz İvan İvanoviç… Ben Sovyetler Birliği’nde sadece misafir kimliğine sahipsem bile, bu evde bir yılanın dolaştığını görüyorum. Benim görevim onu yok etmektir… Piyesimi tamamlayacağım ve final sizin istediğiniz gibi olmayacak…”
Alkış tufanına karşın oyun birkaç temsilden sonra yasaklanacaktı.
Oyun bahane, dertleşiyoruz işte
O günden bugüne çok şey değişti. Sovyetler yok artık. Zaten bu oyun nerede oynanırsa, oraya uyarlanmasını Nâzım Hikmet kendi istemişti.
Tiyatro Adam, onuncu yıllarında bu oyunu seçerken harika bir dramaturji çalışması yapmış. Didaktik monolog ve diyaloglar, tüm fazlalıklar çıkarılmış. Olay günümüze ve yöremize öyle bir oturtulmuş ki, her birimizin içimizdeki ve çevremizdeki diktatörleri görmemek için körleşmemiz gerekecek… Ama belki de çoktan körleştik, o da başka mesele.
Oyunun yönetmeni Emrah Eren’in hayran kaldığım deyişiyle: “Oyun bahane,dertleşiyoruz işte…”
Petrov Konstantinoviç, dürüst, sorumlu, yardımsever, vicdanlı, adam gibi bir adam, bir kamu yöneticisiyken adım adım kendine sunulan seçeneklerle nasıl bir dönüşüme uğradığını izliyoruz.
Nedir bu seçenekler: Alkışa, yalakalığa, yandaşlığa, dalkavukluğa doyamama… Kendine, kendi sesine hayranlık… Her konuda konuşma… Daha büyük, daha yüksek koltuklara göz dikme, daha çok daha çok otorite… Daha çok buyurganlık, hırs, daha çok baskı…
Yaşamımızda “Öküze benzemek için şişen kurbağalar, aslan postu giyeneşekler” oldukça, içimizdeki ve çevremizdeki İvan İvanoviç’ler bize nasıl diktatör olunacağını gösterecektir…
Emrah Eren’in yönetimi; Fatih Koyunoğlu (Petrov) ve her rolde Aşkın Şenol, Baransel Gürsoy, Berk Yaygın, Deniz Özmen, Gökhan Azlağ, PınarTuncegil’in hem tek tek hem birbirini tamamlayan ekip oyunculuğu, müthiş bir dinamizm sağlıyor. Eleştiriyi şekere bulayıp sunmada sahne üzerinde çeşitli buluşlar var… Sahnedeki göstermeci ve dinamik biçemi olası kılan, BarışDincel’in metal egemenliğindeki işlevsel dekoru; Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı…
“İnsan neden güç ve mevki sahibi olduğunda erdemlerini unutur” sorusunun peşinden giderek, gülümseyerek izliyoruz oyunu. Bu karanlık günlerde ilaç etkisi yapıyor gülümsemek… Emeği geçen herkesi kutluyorum.
YABANCI KALMA